A. Huzeyfe tarafından kaleme alınmıştır.
Günümüz dünyasında İslam birliğinin bozulması ve islam ahlakının ortadan kalkmasıyla birlikte müslümanlar arasına büyük fitne girmiştir. Müslümanların kitabı olan Kur’an’da ayrılığın Haram olduğu açıkça beyan edilmesine rağmen onlar kitaplarına değil, heva ve heveslerine uymuşlardır. Herşeyden önce farklı ülkelere ayrılan islam coğrafyası, zamanla cemaatlere ayrılmaya başlamıştır. Kur’an’ın ‘Ayrılmayın!’ emrine uymadıkları halde, ne gülünçtür ki, hepsi ayrı ayrı kendilerini doğru yolda zannetmektedir.
Bu cemaatlerin arasında sulh ve barışı benimseyenler olduğu gibi, paramparça olmuş bu Müslümanları daha büyük bir fitnenin içine atmak isteyen ‘müslüman gruplar’ da varlığını sürdürmüşlerdir. Psikolojik bunalım içerisinde nereye saldıracaklarını bilemeyen bu müslümanlar, biriktirdikleri kin ve nefretlerini din kardeşleri üzerine salmayı keramet görmekteler, diğer yandan gayri Müslimlere ‘gık’ larını çıkaramamaktalar.
Günümüz dünyasında İslam birliğinin bozulması ve islam ahlakının ortadan kalkmasıyla birlikte müslümanlar arasına büyük fitne girmiştir. Müslümanların kitabı olan Kur’an’da ayrılığın Haram olduğu açıkça beyan edilmesine rağmen onlar kitaplarına değil, heva ve heveslerine uymuşlardır. Herşeyden önce farklı ülkelere ayrılan islam coğrafyası, zamanla cemaatlere ayrılmaya başlamıştır. Kur’an’ın ‘Ayrılmayın!’ emrine uymadıkları halde, ne gülünçtür ki, hepsi ayrı ayrı kendilerini doğru yolda zannetmektedir.
Bu cemaatlerin arasında sulh ve barışı benimseyenler olduğu gibi, paramparça olmuş bu Müslümanları daha büyük bir fitnenin içine atmak isteyen ‘müslüman gruplar’ da varlığını sürdürmüşlerdir. Psikolojik bunalım içerisinde nereye saldıracaklarını bilemeyen bu müslümanlar, biriktirdikleri kin ve nefretlerini din kardeşleri üzerine salmayı keramet görmekteler, diğer yandan gayri Müslimlere ‘gık’ larını çıkaramamaktalar.
Kendi elleriyle yazdıkları kitaplara sanki Allah’tan imiş gibi diğer Müslümanların iman etmelerini istemekteler, ve kendilerine inanmayan istisnasız herkesi Kafir ilan etmektekedirler. Sağlıklı bir psikolojiye sahip her müslüman bunlardan uzak durduğundan genelde çevrelerinden pek onay alamazlar.
Diğer Müslümanlarla konuştuklarında sadece yeryüzünde barış istediklerini iddia ederler, fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında Müslümanlara nasıl zarar verebileceklerini konuşurlar. Bu insanların islam dinine hiçbir faydaları dokunmaz, zira üzerlerinde biriken psikolojik baskıyı gayri müslimler üzerine salacak yürekleri olmadığı için bunu genelde Müslümanlar üzerine salarlar.
Cihad kelimesini kin ve nefret karışımıyla nefislerine alet ederler, ama cihada davet edildiklerinde kendi besledikleri o nefisleri onları inandıkları o cihada gitmekten alıkoyar. Silahlı cihaddan her gün bahsederler, ama ne komiktir ki korkudan yuvalarından dahi çıkamazlar.
2010 yılında çıkan ‘Four Lions’ isimli sinema filmi bu konuyu görüntülü bir şekilde izleyicilerine sunmaktadır. Filimde islam’a nasıl hizmet edeceklerini şaşırmış olan dört Müslümanın ‘Mescid- Dırar’ ismini verdikleri bir Camiye bombalı saldırı düzenlediklerini görürüz. Hedeflerinden birinde oradaki Müslümanların ‘Uyanmaları’ yer almaktadır. Tabiiki kafirlerin bile haya ettiği bir Camiye saldırmayı sadece bu tip psikolojisi yerinde olmayan ‘müslüman’ kılığındaki insanlar yapabilmektedir.
Hakimiyet Allah’ındır sözünü durmadan zikrederler, fakat ne ailelerinde ne de toplumun içerisinde Yaradan’ın kelamıyla hükmederler. Kendi ailelerine ve çevrelerine kan kusturmayı becerebilen tek Müslüman grup olan bu cemaatler, nefislerini doyurabilmek için kendilerini en iyi Müslüman ilan ederler.
Nefislerin altta kalmak istemediğini herkes bilir, fakat diğerlerini aşağılama dürtüsü sadece şeytanın yoludur ve aynı zamanda büyük bir psikolojik sorundur.
Kendileri islam dinine hizmet edemediklerinden, kendilerinden olmayan cemaatlerin hizmetlerini aşırı derecede kıskanırlar, onların yaptığı büyük fedakarlıkları görmemezlikten gelirler. Zira onların doğruluğu kendilerinin aşağılığı anlamına gelir ki nefisleri de bunu elbette hiç istemez.
Tekfirciler herşeyin yolunda gitmesinden hiç hoşlanmazlar. Zira bilinçaltlarında kaos ortamı yaratarak kin besledikleri insanlara karşı saldırmak isterler, nefislerini belki bu şekilde tatmin edebileceklerine inanırlar.
Müslümanların devlet ile iş birliği yapmalarını kafirlikle suçlarlar, ama devlet dairelerinde de en çok onların gezdiği görülür.
Tekfirciler oy vermeye karşı çıkarlar, fakat başa geçen partinin kanunlarına da herkesten önce kendileri uyarlar. Bu tip insanların yurt dışında Pasaport alırlarken ayağa kalkarak kanunlara uyacaklarına yemin etmeleri de bunun açıkça bir göstergesidir. Zaten yemin etmeseler de onlara uymak zorunda olduklarını bilirler, fakat bunu bilinçaltlarında kimseye çaktırmadan gizlerler.
Devlete kağıt ile oy verenleri kafir ilan ederlerken, kendi yaşantılarıyla bu kanunlara oy verdiklerinde kendilerini kafir ilan etmekten çekinirler.
Çünkü en doğru onlar.
Abdülhamit Huzeyfe
Diğer Müslümanlarla konuştuklarında sadece yeryüzünde barış istediklerini iddia ederler, fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında Müslümanlara nasıl zarar verebileceklerini konuşurlar. Bu insanların islam dinine hiçbir faydaları dokunmaz, zira üzerlerinde biriken psikolojik baskıyı gayri müslimler üzerine salacak yürekleri olmadığı için bunu genelde Müslümanlar üzerine salarlar.
Cihad kelimesini kin ve nefret karışımıyla nefislerine alet ederler, ama cihada davet edildiklerinde kendi besledikleri o nefisleri onları inandıkları o cihada gitmekten alıkoyar. Silahlı cihaddan her gün bahsederler, ama ne komiktir ki korkudan yuvalarından dahi çıkamazlar.
2010 yılında çıkan ‘Four Lions’ isimli sinema filmi bu konuyu görüntülü bir şekilde izleyicilerine sunmaktadır. Filimde islam’a nasıl hizmet edeceklerini şaşırmış olan dört Müslümanın ‘Mescid- Dırar’ ismini verdikleri bir Camiye bombalı saldırı düzenlediklerini görürüz. Hedeflerinden birinde oradaki Müslümanların ‘Uyanmaları’ yer almaktadır. Tabiiki kafirlerin bile haya ettiği bir Camiye saldırmayı sadece bu tip psikolojisi yerinde olmayan ‘müslüman’ kılığındaki insanlar yapabilmektedir.
Hakimiyet Allah’ındır sözünü durmadan zikrederler, fakat ne ailelerinde ne de toplumun içerisinde Yaradan’ın kelamıyla hükmederler. Kendi ailelerine ve çevrelerine kan kusturmayı becerebilen tek Müslüman grup olan bu cemaatler, nefislerini doyurabilmek için kendilerini en iyi Müslüman ilan ederler.
Nefislerin altta kalmak istemediğini herkes bilir, fakat diğerlerini aşağılama dürtüsü sadece şeytanın yoludur ve aynı zamanda büyük bir psikolojik sorundur.
Kendileri islam dinine hizmet edemediklerinden, kendilerinden olmayan cemaatlerin hizmetlerini aşırı derecede kıskanırlar, onların yaptığı büyük fedakarlıkları görmemezlikten gelirler. Zira onların doğruluğu kendilerinin aşağılığı anlamına gelir ki nefisleri de bunu elbette hiç istemez.
Tekfirciler herşeyin yolunda gitmesinden hiç hoşlanmazlar. Zira bilinçaltlarında kaos ortamı yaratarak kin besledikleri insanlara karşı saldırmak isterler, nefislerini belki bu şekilde tatmin edebileceklerine inanırlar.
Müslümanların devlet ile iş birliği yapmalarını kafirlikle suçlarlar, ama devlet dairelerinde de en çok onların gezdiği görülür.
Tekfirciler oy vermeye karşı çıkarlar, fakat başa geçen partinin kanunlarına da herkesten önce kendileri uyarlar. Bu tip insanların yurt dışında Pasaport alırlarken ayağa kalkarak kanunlara uyacaklarına yemin etmeleri de bunun açıkça bir göstergesidir. Zaten yemin etmeseler de onlara uymak zorunda olduklarını bilirler, fakat bunu bilinçaltlarında kimseye çaktırmadan gizlerler.
Devlete kağıt ile oy verenleri kafir ilan ederlerken, kendi yaşantılarıyla bu kanunlara oy verdiklerinde kendilerini kafir ilan etmekten çekinirler.
Çünkü en doğru onlar.
Abdülhamit Huzeyfe