Abdülhamit Huzeyfe
İnsanlar kendi zihinleriyle uydurdukları şeylere inanıyor ve bunları doğru zannediyorlar. Halbuki beynimiz hayatımızda yaşadığımız olaylar doğrultusunda gelişir ve şekil alır. Bu nedenle her insanın fantazisi farklı olur. Binlerce düşünce içerisinde hangi düşünce tarzının doğru olduğunu kimse bilemez.
İnsanların dava, inanç ve ideolojileri her zaman değişir. Bu nedenle bütün insanları aynı ideoloji altında birleştirmek hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Hitler, Mussolini ve Stalin bunu denemişler, fakat başarısız olmuşlardır. Tarih tekerrürden ibarettir. İbret almak isteyenler için ibretlerle doludur.
O halde inanç ve davalarımızda sadece zihin ve düşüncelerimize güvenmemiz doğru değildir. Mesela yüz yıl önce Avrupa’nın kadın anlayışıyla bugün ki Avrupa’nın kadın anlayışı arasında büyük farklar vardır. Örnek vermek gerekirse; yüz yıl önce bir kadın profesör veya yazar olamazken, bugün kadınlara birçok haklar tanınmıştır. Bu tarz örneklerden insan düşüncelerin ne kadar hızlı değişebileceğini anlayabiliriz.
İnsanlar kendi zihinleriyle uydurdukları şeylere inanıyor ve bunları doğru zannediyorlar. Halbuki beynimiz hayatımızda yaşadığımız olaylar doğrultusunda gelişir ve şekil alır. Bu nedenle her insanın fantazisi farklı olur. Binlerce düşünce içerisinde hangi düşünce tarzının doğru olduğunu kimse bilemez.
İnsanların dava, inanç ve ideolojileri her zaman değişir. Bu nedenle bütün insanları aynı ideoloji altında birleştirmek hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Hitler, Mussolini ve Stalin bunu denemişler, fakat başarısız olmuşlardır. Tarih tekerrürden ibarettir. İbret almak isteyenler için ibretlerle doludur.
O halde inanç ve davalarımızda sadece zihin ve düşüncelerimize güvenmemiz doğru değildir. Mesela yüz yıl önce Avrupa’nın kadın anlayışıyla bugün ki Avrupa’nın kadın anlayışı arasında büyük farklar vardır. Örnek vermek gerekirse; yüz yıl önce bir kadın profesör veya yazar olamazken, bugün kadınlara birçok haklar tanınmıştır. Bu tarz örneklerden insan düşüncelerin ne kadar hızlı değişebileceğini anlayabiliriz.
Tarih boyunca ‘doğru’ ve ‘yanlış’ kavramları değişmiş, insanlar neyin gerçekten doğru ve yanlış olduğu konusunda her zaman ayrılığa düşmüşlerdir. Bugün doğru zannettiğimiz bir şey yüz yıl sonra yanlış olarak algılanabilir. Doğru ahlakın ne olduğu konusunda insanlar yalnızca zihinlerine dayanarak bir bilgi elde edememişlerdir.
Bu çelişkiye dikkat çeken bazı bilim adamları, hayatın sadece zihinsel bir hayalden ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Charles Darwin’in evrim teorisiyle yakından ilgili olarak da insan hayatının sadece hayatta kalma mücadelesinden ibaret olduğunu ve hayvandan bir farkımızın olmadığını savunmuşlardır.
Bu düşünce dolayısıyla sadece yüz yıl içerisinde dünyayı kana bulayan ideolojiler türemiştir. Almanya’da Adolf Hitler Alman ırkının en yüce ırk olduğunu savunurken Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk Türk ırkının en yüce ırk olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Doğru ve yanlış kavramlarını açıklamakta zorluk çeken insanlar, bu tür düşünceleri rahatlıkla kabul edebilmişlerdir. Her nefis kendini diğer varlıklardan daha özel görmekten hoşlandığı için Dünya’da milliyetçilik hareketleri hızla yayılmıştır. Fakat yine insanlar bir görüş birliği oluşturamamıştır.
Evreni yaratan bir yaratıcının varlığını kabul edersek bu soruların cevapları onda olması zaruridir. Zira evreni düzene koyan, mükemmel bir sistem oluşturan ve her canlıya vazifelerini ilham eden o yaratıcı, insanları başıboş bırakması kendi sistemine aykırı olurdu. Dünya’nın vazifesi güneş etrafında dönmek, ağaçların vazifeleri temiz hava üretmek, peki insanların vazifeleri nelerdir?
Diğer canlılarda olmayan akıl insanlarda mevcuttur. Bunun bir şans eseri oluştuğu kabul edilirse, bütün bir kainatın şans eseri meydana geldiğini kabul etmek gerekir ki bu da kainattaki mevcut sistemi inkar etmek olur. Bu durumda yukarıda bahsi geçen yaratıcı, insana akıl vererek ona doğruları ve yanlışları açıkça göstermiş olması gerekir.
Yukarıda anladığımız kadarıyla insanların düşünceleri ve zihinleri farklı farklıdır. Demek ki düşünerek yaratıcının kanunlarını öğrenmek mümkün değildir. Bedenimize bu hususta güvenemiyorsak, yaratıcı bize doğru ve yanlışları farklı bir şekilde göstermiş olması gerekir.
İslam dini bu soruların hepsine cevap vermiştir. Yaratıcı kainatı yaratmak için kullandığı iradesiyle insanlar arasından bazı kişileri seçmiş ve onlara doğruları ve yanlışları vahiy yoluyla bildirmiştir. Peygamberler diye isimlendirdiğimiz bu insanlar düşüncelerimizle elde edemediğimiz yaratıcının kanunlarını insanlara bildirmişlerdir.
Hayatın amacını, doğruları-yanlışları, hayata olan bakış açılarını insanlar bu kanunlar çerçevesinde şekillendirmezlerse doğruları bulmaları mümkün değildir. Bu sebeple ilahi vahye dayanmayan her türlü ideoloji ve düşünce tarzı tarihte yok olmaya mahkum olmuştur. İnsanların doğru kabul ettikleri ideolojiler yeryüzünde insanlara zulmetmiştir, ve bu sebeple hepsi ortadan kaldırılmış veya şekil itibariyle değiştirilmiştir.
Ayrıca insanlar dinlerine nefsani arzular ve duygular karıştırdıklarında da fitne ve fesat ortaya çıkmıştır. İlahi hiçbir dayanağı olmadığı halde ilahiymiş gibi göstererek yeryüzünde insanlara zulmeden dindar gruplar oluşmuştur. Yaratıcı için yapılması gereken vazifelere nefsani istekler karışmaya başlamıştır ve dolayısıyla insanları dinlerden soğutmuşlardır. Nefsani isteklerini bir kenara koyarak yaratıcıya temiz kalpleriyle ve halis niyetleriyle kulluk eden insanlar azalmıştır.
İnsanlar, kendilerinin kainatın bir parçası olduğunu unutmamalılar. Yaratıcı bütün kainata emir ve yasaklar koyduğu gibi aynı zamanda insanlara da emir ve yasaklar koymuştur. Gezegenlerin ve yıldızların düzenli bir şekilde hareket ettiği gibi insanlarda yaratıcının kanunlarıyla huzura ermiş olacaklar. İnsanlar tarih boyunca doğruyu ve hakikatı aramışlardır, fakat kendi yaratıcılarına dönmedikçe doğruyu bulmaları mümkün olmayacaktır.
Hayata bakış açımızı nefsani duygular dışında sadece yaratıcımız için geliştirirsek doğruyu bulmuş olur ve insanları huzura kavuşturmuş oluruz.
Abdülhamit Huzeyfe
Bu çelişkiye dikkat çeken bazı bilim adamları, hayatın sadece zihinsel bir hayalden ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Charles Darwin’in evrim teorisiyle yakından ilgili olarak da insan hayatının sadece hayatta kalma mücadelesinden ibaret olduğunu ve hayvandan bir farkımızın olmadığını savunmuşlardır.
Bu düşünce dolayısıyla sadece yüz yıl içerisinde dünyayı kana bulayan ideolojiler türemiştir. Almanya’da Adolf Hitler Alman ırkının en yüce ırk olduğunu savunurken Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk Türk ırkının en yüce ırk olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Doğru ve yanlış kavramlarını açıklamakta zorluk çeken insanlar, bu tür düşünceleri rahatlıkla kabul edebilmişlerdir. Her nefis kendini diğer varlıklardan daha özel görmekten hoşlandığı için Dünya’da milliyetçilik hareketleri hızla yayılmıştır. Fakat yine insanlar bir görüş birliği oluşturamamıştır.
Evreni yaratan bir yaratıcının varlığını kabul edersek bu soruların cevapları onda olması zaruridir. Zira evreni düzene koyan, mükemmel bir sistem oluşturan ve her canlıya vazifelerini ilham eden o yaratıcı, insanları başıboş bırakması kendi sistemine aykırı olurdu. Dünya’nın vazifesi güneş etrafında dönmek, ağaçların vazifeleri temiz hava üretmek, peki insanların vazifeleri nelerdir?
Diğer canlılarda olmayan akıl insanlarda mevcuttur. Bunun bir şans eseri oluştuğu kabul edilirse, bütün bir kainatın şans eseri meydana geldiğini kabul etmek gerekir ki bu da kainattaki mevcut sistemi inkar etmek olur. Bu durumda yukarıda bahsi geçen yaratıcı, insana akıl vererek ona doğruları ve yanlışları açıkça göstermiş olması gerekir.
Yukarıda anladığımız kadarıyla insanların düşünceleri ve zihinleri farklı farklıdır. Demek ki düşünerek yaratıcının kanunlarını öğrenmek mümkün değildir. Bedenimize bu hususta güvenemiyorsak, yaratıcı bize doğru ve yanlışları farklı bir şekilde göstermiş olması gerekir.
İslam dini bu soruların hepsine cevap vermiştir. Yaratıcı kainatı yaratmak için kullandığı iradesiyle insanlar arasından bazı kişileri seçmiş ve onlara doğruları ve yanlışları vahiy yoluyla bildirmiştir. Peygamberler diye isimlendirdiğimiz bu insanlar düşüncelerimizle elde edemediğimiz yaratıcının kanunlarını insanlara bildirmişlerdir.
Hayatın amacını, doğruları-yanlışları, hayata olan bakış açılarını insanlar bu kanunlar çerçevesinde şekillendirmezlerse doğruları bulmaları mümkün değildir. Bu sebeple ilahi vahye dayanmayan her türlü ideoloji ve düşünce tarzı tarihte yok olmaya mahkum olmuştur. İnsanların doğru kabul ettikleri ideolojiler yeryüzünde insanlara zulmetmiştir, ve bu sebeple hepsi ortadan kaldırılmış veya şekil itibariyle değiştirilmiştir.
Ayrıca insanlar dinlerine nefsani arzular ve duygular karıştırdıklarında da fitne ve fesat ortaya çıkmıştır. İlahi hiçbir dayanağı olmadığı halde ilahiymiş gibi göstererek yeryüzünde insanlara zulmeden dindar gruplar oluşmuştur. Yaratıcı için yapılması gereken vazifelere nefsani istekler karışmaya başlamıştır ve dolayısıyla insanları dinlerden soğutmuşlardır. Nefsani isteklerini bir kenara koyarak yaratıcıya temiz kalpleriyle ve halis niyetleriyle kulluk eden insanlar azalmıştır.
İnsanlar, kendilerinin kainatın bir parçası olduğunu unutmamalılar. Yaratıcı bütün kainata emir ve yasaklar koyduğu gibi aynı zamanda insanlara da emir ve yasaklar koymuştur. Gezegenlerin ve yıldızların düzenli bir şekilde hareket ettiği gibi insanlarda yaratıcının kanunlarıyla huzura ermiş olacaklar. İnsanlar tarih boyunca doğruyu ve hakikatı aramışlardır, fakat kendi yaratıcılarına dönmedikçe doğruyu bulmaları mümkün olmayacaktır.
Hayata bakış açımızı nefsani duygular dışında sadece yaratıcımız için geliştirirsek doğruyu bulmuş olur ve insanları huzura kavuşturmuş oluruz.
Abdülhamit Huzeyfe